Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

14 Aralık 2014 Pazar

Kırımlı: Aşkta ve Savaşta





Kırımlı: Aşkta ve Savaşta, 2011 yılında hayatını kaybetmiş Kırım Türklerinin acılarını yansıtan Cengiz Dağcı'nın 1956'de yayınlanan ilk romanı "Korkunç Yıllar"dan yola çıkılarak senaryolaştırılmış. Yönetmen Burak Arlıel imzası taşıyan filmin senaryosunu Nil ve Atilla Ünsal kaleme almışlar. Yapımcısı Ayfer ve Avni Özgürel.
Herhangi bir savaş filmi izlemeyeceksiniz gittiğinizde. Karakterler öyle doğallerki. Çekimde belliki çok ciddi hava şartlarıyla mücadele etmişler. Uykusuz ama gönülden çalışmışlar. Pes etmek diye bir şeyin olmadığı bir dünya.

Murat Yıldırım, Selma Ergeç, Bülent Alkış ile Gülçin Santırcıoğlu'nun oynadığı filmde, II. Dünya Savaşı sırasında Alman esir kamplarında tutulan Tatar esirlerin çektiği acılar ve yaşanan insanlık dramı anlatılıyor.
II. Dünya Savaşı başladığında Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan halklar gibi Kırım Türkleri de askere alınıp cepheye sürülür. Rus milliyetçisi siyasetin baskısına maruz kalan Sadık Turan(Murat Yıldırım) Kırım’da doğmuştur, Kızıl Ordu safında subay olarak bir yandan hayatta kalma diğer yandan birlikte cepheye gönderildiği arkadaşlarına siper olma mücadelesi içindeyken Almanlara esir düşer ve hayatta nasıl kalabileceğine dair kendi içinde (kimseyle paylaşmadan) çözümler üretir. Ve kısa süre içinde milli kimlikleri dışında inançlarını yaşamalarının engellendiğini, camilerinin yıkıldığını görür. Bu vesile ile görselleri de güzel.

Tam vurulacakken zekasını salisede(çünkü tetik çekilmek üzeredir) çok iyi kullanır diğer esirlerden farklı olarak (silahların yapım ülkelerine ve menzillerine kadar eğitimlidir) ve Almanca biliyor olmasını akıllıca kullanarak kendi şansını kendi yaratır. Önce esir kampında irtibat görevlisi seçilir; ardından Berlin’in Kırım’ı Ruslardan kurtarıp özgürlüğüne kavuşturma vaadiyle Müslüman Türklerden birlikler oluşturma kararı doğrultusunda Alman ordusunda görevlendirilir.
Ancak kısa süre sonra Sadık Turan Almanya’nın kendilerine oyun oynadığının farkına varır ve Tatarları Kırım’ın kurtuluşu için örgütlemeye başlar.

Sadık bu süreçte hayatının aşkı Maria’yla(Selma Ergeç) tanışır. Maria Nazi ordularının işgaline uğrayan Polonya’da direniş safında mücadele veren bir genç kızdır. Sadık, Kırım’ı kurtarma geleceğe uzanma hayaline Maria ile birlikte yürüyecektir artık.
Sadık seçimlerini insanları iyi tanıyıp fırsata dönüştürdüğü bu riskli yolda, asla tereddüt etmeden, umuttan vazgeçmeden, esaretin, yokluğun, ezilmişliğin karşısında dik durabilmek için vatan sevgisine ve özgürlük hasretine tutunan yürekli bir vatanseverin gerçek hayat hikâyesinden yola çıkan “Kırımlı”, yalnızlığa mahkûm bir hayatın beklenmedik bir aşkla adeta yeniden hayata dönüyor.Halbuki tüm duyguları tutsak.

Murat Yıldırım’ın Almanca’sına 10 üzerinden 7 veririm. Belliki çok disiplinli bir çalışma sistemi var kendisinin . İyi öğrenmiş repliklerini sadece birkaç kelimenin telaffuzunda ufak hatalar var o da kabul edilebilir. Aslında filmin başından beri beni sürükleyen Murat Yıldırım’ın sessiz, sakin ve sabırlı gözlemleri olan biteni doğru değerlendirip nasıl ve ne zaman harekete geçeceğini hesap etmesi oldu. Kendimi gördüm onda. Ben tabii ki savaşta değilim ancak onun canlandırdığı karakterin özelliklerine haizim.
Selma Ergeç zaten Türk bir baba ile Alman bir annenin çocuğu Almanca’sına hiç şaşırmadım. Ben buna mükemmelliyetçi olduğumdan dikkat ettim, kusur bulup tenkit etmek için değil. Açık konuşmam gerekirse bu filme gitmek için bir sebebim daha vardı. Herkes böyle zor şartlarda çalışmayı kabul etmez. Konu savaş olduğu için sürekli kirli -leş gibi bir görüntüde olacak. Çok sevilen artistler ekseriyetle görkemli rollerle seyircinin karşısına çıkmayı tercih ederler. Mesela bir villada yaşayan temiz giyimli ,bakımlı takım elbiseli, rugan ayakkabılı  bir karakteri canlandırmak da var. Benim için mühim olan bir adam yakışıklı mı değil mi ,saçını sağa mı tarıyor,tırnakları bakımlı mı değil mi? önemli değil. Bana canlandırdığı karakterde ne veriyor? Beni koltuğa yapıştırıyor mu? Yani rolünün hakkını veriyor mu ve iş disiplini bunlar önemli! Oyuncunun normal halini oynadığı filmin galasında zaten görüyorum.
Hazır vizyonda iken izlemek arzusundaysanız kaçırmayın. Ben üzülerek bazı izleyicilerin savaştan sıkılarak salonu terkettiklerine şahit olduğum için gidecekleri şimdiden uyarmak isterim. Lütfen bunun bir savaş filmi olduğunu bilerek gidinki film bitmeden çıkmayın.

11 Eylül 2014 Perşembe

Sadece Sen



Hazal’la Ali  “Sadece Sen” dediler ve vazgeçmediler.
  
Hakan Yonat’ın yönetmenliğini yaptığı “Sadece Sen” filminde İbrahim Çelikkol ve Belçim Bilgin  engellere rağmen birbirinden vazgeçmeyenlerin hikayesini anlatıyor.  Gündüz su bayisinde çalışan Ali, (İbrahim Çelikkol) gece işi olarak otoparka girince Hazal’la tanışıyor. İş arkadaşıyla, meşhur bir markanın su damacanasını getirdikleri, köhne spor merkezinde, hocasından (Cezmi Baskın) tokat yemesi sonrasında eskiden boks yaptığını öğreniyoruz. Boksa ara vermiş uzunca bir süre ortalardan kaybolmuş; onu yetiştiren antrenörünü yolda bırakmış.   




Hazal (Belçim Bilgin) üniversite sıralarında geçirdiği trafik kazasında kör olan, kendi halinde, ayakları üzerinde durmaya gayret eden, naif, biraz yalnız, hayata olumlu bakan genç bir kız.  Gözlerini ileri yaşlarda kaybetmiş iş dönüşlerinde uğradığı otoparkta, bekçinin gözleriyle,televizyonda dizi izliyor.
Hayatındaki en büyük zorluk patronunun kurları.            

        Filmin Can Alıcı 2 Noktası  var.
     Hazal’ın trafik kazası geçirdiği sahnesi. Hem çekimler çok güzeldi. Hem de milyonda bir olacak bir hadiseye ‘’aslında Ali’nin müsebbibi olduğu kaza esnasında Hazal’ın gözlerini kaybetmiş olması.’’
   
2.     Ali’nin Hazal’a hediye ettiği yavru köpeğin Ali’yi tanıyıp üstüne atlaması. Köpek kokusunu aldığı kişiyi asla unutmaz. O köpek ikisinin de kokusunu aldığı için birleştirici bir unsur.


Ali’yle Hazal’ın hayatları boşuna kesişmiyor. Önemsiz saydığımız karşılaşmalar, kaybedişler, kazanımlar, bazen anlamsız diye adlandırdığımız  bir hissediş bir bakarızki hiç de o kadar anlamsız değildir. 


İbrahim Çelikkol (Ali’nin )  bir yanda Hazal’a  duyarlı yaklaşımını diğer yanda dövüş esnasındaki sert sahnelerini çok iyi canlandırmış.   

Filmde hoşuma giden sahnelerden biri Ali (İbrahim Çelikkol) Hazal’ın evine gidiyor ve çarpabileceği/takılabileceği her yeri düzenliyor.  Kısacası onun gözüyle bakmayı başarabiliyor. Çünkü istiyor. Bu  çok nadir görülen bir olgudur. Kıymeti bilinmeli. Zaten Hazal da bunun kıymetini biliyor. Görmese de hissediyor.

Bir de Hazal’ı  ona asılan patronundan   kurtarması.   Gözü görmediği için kendisini koruması güç tabii.

Ali çoktan bıraktığı dövüşmeyi  Hazal’ı ameliyat ettirip gözlerinin açılması için ve vicdan azabından kabul ediyor. Dövüşten sağ çıkamama ve sevdiği kadını bir daha hiç göremeyecek olduğu riskinin farkında.

Nihayetinde Ali çok sağlam bir delikanlı iken dövüş sonrası bastonla yürümek  zorunda kalır. Hazal’dan saklamaya çalışır. Bazen öyle zamanlar olurki keşke sevdiğim benim bu istem dışı en kötü hallerime şahit olmasaydı dersin. Çekinirsin, kötü gözlerle veya sana acımayla karışık bakılacağını düşünürsün. ‘’Kaçmaya çalışırsın’’.



 Sonuçta genç yaşta aşkı tatmış biri olarak bana film  çok dokundu.  Ve Ali’nin sağlam iken düştüğü durum da beni  etkiledi (mevcut durumumda onu çok iyi anlıyorum). 





19 Temmuz 2014 Cumartesi

Kış Uykusu








Kış Uykusu hiç makas değmemiş, herkesin bildiği gibi Nuri Bilge Ceylan  imzalı Cannes Altın Palmiye ödüllü  bir film.Vaktiniz varsa mutlaka izleyin.







Kış Uykusu;yalnızlık, uzaklık, Ceylan’ın tarzının devam ettiği bir Türk (ZeynoFilm), Alman (Bredok), Fransız (Memento) ortak yapımı.



Filmin hikayesi ailesine yapılan haksızlıkla kendince mücadele etmek isteyen çocuk İlyas’ın Aydın’ın arabasının camını kırmasıyla başlıyor. Kimsenin cevaplamaya cesaret edemediği asıl soru ortaya çıkıyor böylece “Bu çocuk bu camı niye kırdı?
Konusu da  (Aydın)Haluk Bilginer İstanbul’daki hayatını bırakıp Kapadokya’ya yerleşmiş  küçük denizde büyük balık , aynı zamanda  eski bir oyuncu ve kötü bir koca . Ailesinden kalan otantik hoteli işletiyor, hotelin adı Shakespeare’in ünlü dramı Othello’dan alınmış. 


 Aydın'ın karısı Nihan (Melisa Sözen) ve ablası Necla (Demet Akbağ), Kapadokya’nın kendine has mağaramsı evlerinin birinde kendi iç dünyalarına çekilmiş aile olamamış bir aile.Derin bir yalnızlıkta egolu üç ana karakter düşünün.






Filmde en çok dikkatimi çeken unsur. Herkesin haklı olması oldu. Herkes fikrini karşı tarafı acıtacağını aslında bile bile dile getiriyor. Diyaloglar karakterlerin ağızlarına o kadar iyi oturmuş ki, ağızlarından kelimeler döküldükçe onların gerçek kişiler olduklarına inanıyorsunuz. Ve çok  sayıda küçümseme, aşağılama ve hor görme bulunmakta. Tüm konuşmalar olduğu gibi direkt izleyiciye sunulmuş. Bir sahne 30-45' arasında. Aktüel ve gündelik tüm mevzulara geniş yer ayrılmış. Düşününki evinizde ailece oturup bir köşeye bir kamera koyup herşeyi çekiyorsunuz. Görüntüler harika ve fonda tek piyano eşliğinde. Mekanlar sade ve çoğunlukla boğucu. Oyuncular filmi nerdeyse tek giysi ile bitiriyorlar.  Arada sırada espriler olmasa bu film dayanılmaz yalnız. 11 matinesine girdim çıkışım 14:45'ti. Doğal bir film derken küfür de dahil. Ana karakterlerden Demet Akbağ'ın birden filmden yok olması ilginçti. Çok ortada bırakılmış. Hidayet, İmam Hamdi gibi diğer yan karakterler ise  çaresizlikleriyle, güçlüler(!) Aydın ve ailesinin etrafında dönüp duruyorlar.


Nejat İşler ve Tamer Levent haricindeki tam kadro. 




''Belki biliyorsunuzdur Kapadokya “Güzel Atlar Ülkesi” demek,  atla ilgili sahneyi Kapadokya mekan olarak kesinleştikten sonra eklemiş Nuri Bilge Ceylan. Çocuk İlyas’ın bayıldığı sahne, arkasından birkaç saniye Nihan’ın o kocaman gözleri ve hemen ardından çamurlu dereden zorla çekilip çıkarılmaya çalışılan o bembeyaz atı görünce beyninizden vurulmuşa dönüyorsunuz. Gökhan Tiryaki kamera açılarında çok güzel bir iş çıkarmış yine.

Diyaloglarda Shakespeare gibi birçok yazar ve filozofa ait sözler kullanılmış.


Senaryosunun tamamlanması 6 ay, çekimi ise 3,5 ay süren “Kış Uykusu” için bir röportajında Nuri Bilge, Çehov kısa hikayelerinden çıktı bu film diyor. Neredeyse hiçbir şey olmuyormuş gibi ama bu 3 saatte ne kadar çok şey olup bitiyor bir bilseniz. 






Cannes Film Festivali esnasında Soma maden faciası yaşanmıştı. Buna tüm film ekibinin duyarlılık göstermeleri beni çok etkilemişti. (Biz burada ödül peşindeyiz ülkemizden uzaktayız.''Bize ne'' diyebilirlerdi. Ama yapmadılar.)  




Saygılarımla,
Serenad Göksel


16 Mayıs 2014 Cuma

Sevgi ile Şifa adlı söyleşiden tuttuğum notlar


Kıymetli Okuyucularım,

Sizlere bloğumdan ikinci kez dalım olmayan bir noktadan seslenmek istiyorum. 15.5.2014 tarihinde benim için önem arz eden( Sevgi ile Şifa üzerine dinleyici olarak bir söyleşiye katıldım ve kendim için notlar  derledim.(Brahma Kumaris adında bir hanım konuştu).Söyleşide konu zaman zaman enerjilere de geldi.  Aranızda belki ilgilenenler çıkabilir diye paylaşmak istedim.  Tabii tutabildiğim kadarıyla not tuttum. Zira hala 100% sağlığıma kavuşmuş değilim. Hatta keşke stenografi bilseydim diye de düşündüm. Bilenler benden şanslı tabii.  Kağıt kalemi sağlam tutmam kolay olmuyor. Bir de çabuk ve  okunaklı yazmam gerektiğinde zorluk artıyor ama dinlediklerim beni çoook mutlu etti. Oradaki sakin ve saygılı ortamda bulunmak ayrı bir keyifti.  Hele ülkemizin geçirdiği şu zor dönemde. Kaybettiğimiz maden işçi kardeşlerimizin acılarını yaşarken. 

 

Notlarıma gelince:

Yeni şekilde düşünün, yeni insan olun.
Zihninizde huzur yaratın.
Benim için ‘’en önemli şey’’ nedir hayatta?= Önemli şeyleri sona bırakmayın.
Gün boyu neyi hatırladın? Neyi unuttun? Gözlemle!
Gelecek hakkında endişelenme!
Anı Yaşa.
Cehalet derin bir uykudur.
Engeli geride bırak ve ilerle!
Bugün huzur tohumları ekin.
Bilgeler hayat amaçlarına göre yaşar. Kendi pusulalarını takip ederler.
Koşullar nesne değildir. Onlara biz can veririz.
Hayatta istediği tutuma karar verecek olan sizsiniz.
Ruhsal gelişim dengede kalabilmeyi öğrenmek demektir.
Denge: Uyum, düzen ve huzurdur.
Denge ile görüş açımız genişler, hakikati yakalarız. Zıt kutupların bile uzlaşması söz konusudur.
Zihnin en büyük hastalığı çok fazla düşünmektir.
Fazla düşünmek ,fazla yemek yemek gibidir.
Huzur üzerinde düşünmeyi öğretin zihninize.
Zihninde sessizlik yaratki ruhunda huzur gelişsin.
Sessizlik iyileştirir.
Endişe ve acılar dinlediğimizde iyileşir.
İç dünyamda olup bitenden sorumluyum.
Düşünceleriniz sizi kaderinize yönlendirir.
Her zaman aynı şekilde düşünürsen, aynı yere varırsın.
İçsel kuvvet,dışsal gücü getirir.
Nedenleri anlamak değil, fakat çözümleri bulmak gerekir.
Sessizlikte izleyin, düşünün sonra karar verin.
Bir odada kavga ediyorsunuz. Biri geldiğinde kesiyorsunuz ama sözcüklerin enerjileri duvarda kalıyor.Hissediliyor.
Huzurlu olunki huzuru sunun.
Kızgınsanız  ,kızgınlık sunarsınız.
Nedense sadece zarar görünce şifaya ihtiyaç duyarız.
‘’Çöpü’’ kalbinizde tutarsanız ‘’sağlıklı(iyi) olamazsınız.
Ürün aldığımızda bile son kullanım süresine bakarız.

 Başkalarından aldığım üzüntüyü içimde tuttuğum sürece kendimi de üzmüş oluyorum. Tekrar hatırladığımda o duyguları güçlendiriyorum. Onlar bir defa yaptı. Ben taze tutarak 99% kendime yapıyorum.

Sevginin nasıl çalıştığını anlamak gerekli.
Serbest bırakmazsan kurban oluyorsun. Bırak gitsin.

Neden etkilendiğimi itiraf etmeliyim kendime.

Önyargılar, Biz kendimizi açıkça ifade etmezsek insanlar bizi 99% yanlış anlayacaklar.
Vizyon ve tutumumu değiştirmeliyim.

20 sene önce bir insan ne yaptıysa hala onu öyle değerlendirmemeliyim. Belki o kişi değişti ve hatasının farkına vardı onu hala öyle değerlendirirsek hata yapmış oluruz.
Ona da kendine de dönüp bakmalısın. Ben neyi yanlış anlattım?

Birbirimizdeki  erdemleri görmek istersek ilişkiyi düzeltiriz.

Siz veriyorsunuz, karşınızdaki alamıyorsa enerji gerginleşir ve bozulabilir, akmaz.

Kalite karşısında aynı kaliteyi bulamazsa ilişki biter.

Zihin orada yoksa kalp hissedemez.

Pozitif insan olmak istiyorsam düşüncelerimi de aynı hale getirmem lazım.
Sevgi ruhtadır. Benim eylemlerimle ifade edilir.
Kendi  öz niteliğine saygı duymalısın.  

Herhangi bir şey yolunda değilse sevgiyle onu unutabilir/bağışlayabilirim.
Size zarar vereni bağışlamak esas önemli olan . Yaşanan acılar, meydan okumalar hepsi orada.

İşin sırrı o duyguyu içinizden söküp atmak.
Kendi niteliğinizi anlayın. Hangi niteliğimi anlamalıyım? diye sorun kendinize. Onu kullanın.

Dikkat merhametle sevgi farklıdır.

Başkalarının da niteliklerine önem ve değer vermeliyim. Bunlar birbirini çeker.   

Bilmem, beğendiniz mi?

  

6 Mayıs 2014 Salı

Son Üç Gün fragman ve afişi


İlk defa bir film için mutlaka görün diye başlıyorum yazıma. Harika bir aksiyon, karı-koca duygusallığı ve olgunluğu,baba-kız duygusallığı içeren bir film. Son üç gün. Her zamanki gibi ben pek çok sahnesinde duygu seline kapılıp gözyaşlarıma teslim oldum. Ancak aynı zamanda muazzam bir medeniyet ve olgunluğa  bir kez daha şapka çıkarttım. Bunu tabii maalesef bir tek Amerikan sinemasında görebiliyorum. Gönlüm ülkemde de böyle duyguları barındıran kişileri ve filmleri görebilmek istiyor. Ailem sayesinde Amerika’da ve Almanya’da yaşama ve yetişme  şansına  sahip oldum. . Ne mutlu banaki böyle filmler beni tekrar tekrar o günlere döndürüyor.

Konuya kısaca değineyim.Gizli servis ajanı Ethan Runner, şimdilerde eskiden olduğu kadar dinç ve sağlıklı değildir. Ciddi bir sağlık problemi yaşayan ve neredeyse ölümün eşiğinde olan; bu yüzden de uzaklaştığı kızıyla daha çok vakit geçirebilmeyi arzular, neredeyse tüm zamanını çalışarak geçirir. Başka bir çalışma arkadaşı, tam da bu esnada reddedemeyeği bir teklifte bulunur. Ethan Runner'a hayatını uzatabileceği bir ilaçtan bahsedilir ve test aşamasında olan bu ilacı kullanması karşılığında son bir göreve katılması istenir. Ajan Runner anlaşmayı kabul ettikten sonra kendisini zorlu bir son görevin içerisinde bulurken, ilacın yan etkilerinin sebep  olduğu şiddetli halüsinasyonlardan sıyrılması da bir hayli zor olur.
Yönetmeni McG ;senaryosu Luc Besson ve Adi Hasak’ın imzası taşıyor. Filmin oyuncuları arasındaysa Kevin Costner ,Amber Heard ve  Hailee Steinfeld yer alıyor.

 Film seyrederken ben ekseriyetle ‘’hep ben yazsaydım nasıl yazardım’’ diye düşünürüm. Film sona yaklaştığında ben ‘bile’’ gol yedim. Bir sahnede ‘’Bunu nasıl düşünemedim diye’’ kendi kendime hayıflandım.  Hadi artık top sizde. Gidin seyredin hazır vizyondayken. Yoksa satırlarımı ben bile durduramayacağım.  Hala duruyor musunuz?  
 
 
 
 
 
 

30 Nisan 2014 Çarşamba

Non-stop

2014 yılı yapımı olan Non-Stop, uçakta geçen kimin suçlu kimin masum olduğunun belirsizliğe karıştığı Hitchcock türü aksiyon dolu ve akıllı bir ‘yolculuk’ sunan bir macera filmi. Başrolde Schindler’s List’ten unutamayacağım Liam Neeson ve Julianne Moore bulunuyor. Liam Neeson Hava Kuvvetleri'nden emekli bir askeri ve hava polisi Bill Marks’ı canlandırıyor.  Uçaktaki 200 yolcunun hayatı  onun ellerinde,  her 20 dakikada bir uçaktaki birisini öldürmekle tehdit eden esrarengiz bir suçluyu yakalamaya çalışıyor. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı herkesin potansiyel suçlu kabul edildiği bu durum onu baş etmesi güç bir macera ve gerilimin içine sürüklüyor.Yerden 12.000 metre yükseklikte geçen bu zamanla yarış filminde Bill, eğer hesabına 150 milyon dolar yatırılmazsa yolcuları öldürüleceği bilgisi ona ulaştığı andan itibaren soluk soluğa izlemeye başlıyorsunuz filmi.  Panik olan yolcular uçakta yaşanan terörün sorumlusu olarak Bill'den şüpheleniyorlar ve işini zorlaştırıyorlar. 

 
İzlemeye değer bir film ben keyif aldım.  Aksiyon seven herkese tavsiye ederim.  Liam Neeson'ın yüz ifadeleriyle oyunculuğuna bayıldım.  Bir de dikkatimi çeken cep telefon yazışmaları bile Türkçe verilmişti. Genelde bunlar  altyazı olarak verilir. Anında sanki Türkçe konuşuyor ve yazışıyor gibi olmuş. Bana yaratıcı ve ilginç geldi. 
 
 
 
 

25 Mart 2014 Salı

Ben, Serenad Göksel


Değerli Okuyucularım,

Bu satırları bir gün kendim için kullanacağım aklıma gelmezdi. Umarım bundan sonra hayatımda gerçekleştirmek istediğim hayırlı hedeflerim için kullanırım.
 
Ve yine sevgi ve saygılarımla,

Serenad Göksel

25.3.2014

http://www.kanalturk.com.tr/haber/100802/inme-belirtileri-nelerdir

4 Mart 2014 Salı

Kurt Seyit ve Şura


Yine yazmadan duramadım. Hoş ülkemizde meyve veren ağaç taçlandırılacağı yerde taşlanır. Bunu bile bile yazıyorum.

Reklamı /Tanıtımı ziyadesiyle ilgi çekici yapılan Kurt Seyit ve Şura bu akşam başladı.

Kısa notlarda değinmeyi düşündüm.

1.      Toygar Işıklı yine ‘’döktürmüş’’. Piyano, yaylılar ve koro üçlüsü muhteşem ötesi. Ney zaten beni benden alıyor.

2.      Farah Zeynep Abdullah, Kıvanç Tatlıtuğ’un oyunculukları çok gelişmiş. ''Naçizane.''

3.      Çekimler çok güzel, ağır çekimler ilgili sahnelerin daha verimli vurgulanmasını desteklemiş. Harikulade.  

Kerem Çatay imzalı bu büyük produksiyon umarım  uzun soluklu olur.

Saygılarımla,

Serenad Göksel

4.3.2014

 

19 Ocak 2014 Pazar

Escape Plan/Kaçış Planı


 
 
Şu anda vizyonda olan bir film. Bütün film Sylvester Stallone’un  üstüne kurulmuş. Arnold Schwarzenegger gibi diğer oyuncular tamamen yan roldeler. Senarist(Paul Haggis)  , Görüntü Yönetmeni (Stephane Fontaine) ve Montaj (Paul Fedor) alanları  güzel bir üçgen oluşturmuşlar.  Son zamanlarda gördüğüm en güzel aksiyon, zeka dolu bir  film eş zamanlı tüm fizik kurallarına da dikkat çeken bir yapım. Demir vidaların kaç derecede genleşerek yerlerinden fırlayabileceğine dek ince hesaplar yapılmış bir eser. Kimilerine göre lüzumsüz sayılabilecek bilgilerin bu filmde bir mahkuma ne kadar lazım olabileceği görülüyor. Hiç kimsenin  firar edemeyeceği şekilde dizayn edilmiş bir hapishane ; ancak bu mahkum tüm bu engellerin üstesinden geliyor . Çekimler  ve Dizayn (Design) muhteşem.  Kısacası kaçırmayın. Ben bir dakika bile  kopmadan izledim hatta bitmesini istemedim.
 
Filmin konusu:
Dünyanın en önemli güvenlik uzmanlarından biri olan Ray Breslin, işinde son derece tanınan bir güvenlik tasarımcısıdır. Kendi tasarlayıp inşa ettiği üst düzey korumalı hapishanenin konuklarından biri ise kendisi olur. Kendi tasarladığı hapishanede şimdilerde mahkum olarak yer alan Ray, yüksek güvenlik engellerini bir bir aşarak firar etmek zorunda kalır.  Bu yolda hapishanenin en saygı duyulan mahkumlarından olan gizemli Emil ile anlaşır. Emil'in tek derdi arkadaşlarına zarar gelmemesi, hapishane şartlarının mümkün mertebe insancıl olmasıdır. Ancak Ray'in planları bambaşkadır...
1408 ve Evil filmlerinin yönetmeni Mikael Håfström'ün yönetmenliğini üstlenmiş.  The Passion of the Christ ve The Thin Red Line filmlerinin başrollerinden tanıdığımız Jim Caviezel de filmin oyuncuları arasında bulunuyor.
 

17 Ocak 2014 Cuma

Prenses Diana


Prenses Diana’yı çok severdim. Dolayısıyla bu filmi izlemeliydim. Kendisini yakından takip ettiğime inanırdım. Oysaki filmde Prenses Diana’nın pek çok bilmediğim kendimce doğru ve yanlış yönleriyle tanıştım. İster istemez kendimi yerine koydum tabii ben onun yaptıklarının kaçta kaçını yapardım diye. Onun da yaptığı gibi tüm hayır işlerinde bulunurdum. Gerek giyimiyle gerek faaliyetleriyle kalıpları yıkmaktaki cesaretini hep sevmişimdir. Böylece planlı /plansız Kraliçe Elisabeth’in hep bir adım önünde ve halkın sevgilisi olmuştur.(Ben olsaydım,Kraliçe’nin önüne planlı geçmezdim. Ama halkımın beni içten sevmesini isterdim).   Eşimi ise ‘’elimde tutmak’’ için çocuk yapmazdım. Bence bu bir kadının yapabileceği en yanlış şeylerden biri. ( Bunu geçmişi bildiğimden yazıyorum. Yoksa filmde işlenen bir konu değil.)   Çocuklarım olsaydı, son nefesime dek sahip çıkardım ama sadece ayda 1 görmeye -Kraliyet ailesi'nin  kararıdır- razı olmazdım.  Basınla katiyen bu kadar iç içe yaşamazdım.  Sevdiğimle ortak bir hayat kurmak isteyip de onun için iyi olacağını düşündüğüm şeyleri önce onunla oturur konuşur ortak karar sonrasında eyleme dönüştürürdüm emrivaki yapmazdım.-madem forsum var-  vs.. Geçmişten filmde işlenmemiş bir kare daha dün gibi gözümün önünde –okulda koşu yarışı var. Tüm veliler çocukları için koşarlarken ona denirki ; siz Prenses’siniz koşamazsınız. O da  ‘’hayır efendim’’ der, bu sınıfta benim çocuklarımda var onlar için ben de yarışacağım. Tabii ki yarışır üstelik birinci gelir. Çocuklarının gururunu bir de siz düşünün.  Gerisini her zamanki gibi izleyiciye bırakıyorum.

Filmin özeti:

1997’de şüpheli bir trafik kazası ile hayatını kaybeden Prenses Diana’yı beyazperdeye taşıyan film, Leydi Di ve Hasat Khan ile olan ilişkisine odaklanıyor. Kimilerine göre Dr. Hasnat Kahn, Leydi Diana'nın hayatının aşkıydı ve iki yıl süren bu ilişkiden sonra derin bir aşk acısı yaşamaya başladı. 1997 yılında şaibeli bir trafik kazası meydana geldi ve henüz 36 yaşında Leydi Diana, Bu kaza tüm dünya için büyük bir şoktu.
Prenses Diana ve Hasnat Kahn’ın 1995-1997 yılları arasında yaşadıklarından yola çıkarak Prenses'in bu dönemini anlatan filmin yönetmenliğini Oliver Hirschbiegel üstlenirken başrolde Naomi Watts bulunmakta.

7 Ocak 2014 Salı

''Cinayet'' adlı yeni dizi


‘’Cinayet’’ adlı KanalD’nin yeni dizisinin 1. Bölümü çok güzeldi. Ahmet Mümtaz Taylan ve Goncagül Sunar’ın performanslarına hayran kaldım. Özlemişim onları. Eğer vaktiniz varsa henüz 1. Bölümdeyiz. Mutlaka izleyin derim. Hesapta bu sene izlediğim dizileri azaltmıştım. Ama artık gururla görüyorumki Türkiye’de çok güzel projeler üretilmeye başlandı. Belki de bu benim pozitif bakış açımdan kaynaklanıyor. Bilemiyorum. Tenkit etmekten ziyade olumluyu görmeye odaklanıyorum.    
 
Serenad Göksel
7.1.2014