Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

19 Aralık 2016 Pazartesi

Pazartesi günü yayınlanan dizilere dair sorularınız


Değerli Okuyucularım,

Pazartesi günü yayınlanan dizilerle ilgili bana ulaşan sorularınızı altta yanıtladım.
Takip etmeyenler için de  konuları özetledim.

İÇERDE:

DİZİNİN KONUSU:
 
Sarp (Çağatay Ulusoy) ve Umut (Aras Bulut İynemli) iki kardeştir. Babalarının hapise girmesinden sonra Umut kaçırılır. İki kardeş de yıllar sonra birbirlerinden habersiz polis olmayı seçerler ve aynı okulu bitirirler. Polis Akademisi'nin mezuniyet töreninde Sarp'ın amiri Yusuf Kaya( Mustafa Uğurlu) Sarp'a babasının kirli oyunlarını göstererek meydan okur. 
Bunu son anda öğrenen Sarp, Yusuf'a mezuniyet töreninde silah çekip hapise girer. Celal(Çetin Tekindor) avukat Melek'i (Bensu Soral) Sarp'ı savunması için görevlendirir. Melek aynı zamanda Mert'e polis akademisine girmesi için destek olmuştur. Sarp'ın hapise girmesiyle gölgede olan Mert ön plana çıkar. Sarp serbest kalınca Celal'in en güvendiği isim  olur. Ama ''köstebektir''.  Mert ve Sarp arasında sürekli bir çekişme vardır.
 
Neden tekrarı yok:
 
Tüm yapımların kimi zaman hafta içinde ,bazen de hafta sonunda tekrarı yayınlandığından dolayı İçerde'nin tekrarı olmaması eleştirildi. Show tv böyle uygun görmüş. Aslında bu duruşun sağlıklı bir yayın politikasını yansıttığı kanısındayım.  Çünkü bu ‘’ben dizime güveniyorum, hatta iddialıyım. Beni günümde izlemezsen, sadece internetten izleyebilirsin‘’demektir.  

İzleyicileri mutlaka dikkat etmişlerdir. ''İçerde'' yayına girdiğinden beri her pazartesi gününü reytinglerde birinci bitiriyor.

Bitecek mi?
Reyting başarısını tadında bırakmayı dilediği için yapım şirketi bir sezonluk anlaşma yapmış bulunuyor.
 
BANA SEVMEYİ ANLAT'A gelince
KONUSU,

Bebeğinin geleceği için güçlü ve varlıklı bir iş adamı olan Haşmet’le (Mustafa Üstündağ) evlenmeyi kabul eden Leyla (Seda Bakan) Almanya'dan İstanbul'a gelir. Haşmet’in karanlık yüzüyle karşılaştıktan sonra kendi düğününden kaçar. Leyla'ya, Haşmet’in restoranında yeni bir hayata adım atan Alper (Kadir Doğulu) yardım eder. Böylece  Leyla ve Alper’in tehlikeli yolculuğu birçok sırrı ortaya çıkarırken onlar kendilerini karşı konulmaz bir aşkın içerisinde bulurlar.
 
Fox tv'de yayınlanan BANA SEVMEYİ ANLAT'ın , Muhteşem Yüzyıl Kösem'in cuma günü yayınlanmasına karar verildikten sonra , yeni yayın günü pazartesi oldu.
Bitecek mi?
İzleyicileri, dizinin final yapması endişesi ile sürekli oyuncuları ve senaristi soru yağmuruna tuttular. Bunun üzerine senarist Deniz Akçay Katıksız sosyal medya üzerinden '' tüm yorumlara/eleştirilere teşekkür ederiz.Biz devam ediyoruz'' açıklaması yaptı.

Ayrıca kendisi konuları o kadar güzel toparladıki, yayıncı kuruluş bugün bitir dese, en fazla 3 bölüm içinde bitirebilir.
Bu takdire şayan bir husus, çünkü son zamanlarda seyrettiğim pek çok dizide senaristler konuları o kadar açıp dağıtıyorlarki hem seyirci sıkılıyor ,hem de konular toparlanamıyor ve birden herşey ortada bırakılıp final yapılıyor. Deniz Akçay Katıksız Türkiye’de nadir bulunan iyi ''senarist’’ lerden biri.


 Star Tv’de yayınlanan PARAMPARÇA’nın konusu şöyle:
 
15 yıl önce aynı hastahanede doğan ve yanlış ailelere verilen iki kız çocuğunun ve ailelerinin hikayesi.
 
3. sezonunda olduğundan ve yeni rakiplerinden ötürü reytinglerde düşüş yaşadı.
 
BABAM VE AİLESİ'ni özellikle sona bıraktım. 
Bülent İnal, Ayça Bingöl ve Ceyda Düvenci gibi pek çok kuvvetli oyuncuları kadrosunda bulunduran bir aile ilişkileri konulu Kanal D dizisiydi. Reytinglerde İçerde, Kırgın Çiçekler,Paramparça gibi yapımlarla rekabet edemeyince dilediği başarıyı yakalayamadı. Bana göre pazartesi gününün en zayıf halkası idi. Final duyurusu sosyal medyadan yapımcısı Faruk Turgut tarafından yapıldı.
 
Devam eden tüm dizilere başarılar dilerim.  


 

 

26 Haziran 2016 Pazar

46 YOK OLAN DİZİ FİNALİ



                                




46 Yok Olan dizisinin 24.6.2016 tarihinde yayınlanan final bölümünün ardından  bu güzel ve benzersiz proje için yapımcısı Nunova filmi ve yayıncı kuruluşu Star Tv’yi tebrik ediyorum.


Zira zor bir konunun arkasında durdular.Bilimsel bir senaryo ile dalında tek olmak suretiyle fark yarattılar. Dizi rakipsizdi. Görsel zenginlik içeriyordu.Sanki bir Amerikan dizisinin telif hakkı satın alınıp Türkçe dublaj ile sunulmuştu. Teknoloji fevkalade kullanılmıştı.

 Yayın günü dışında hiç bir değişiklik yapılmadı. ''Benim reyting kaygım yok, ben kendime güveniyorum diyen''bir dizi oldu.

Kendi seyirci kitlesini yarattı ve bu kitle yayın saatinden, yayın gününden, konusundan ötürü yapılan tüm eleştirilere rağmen sadakat ile diziyi finaline dek izledi. Bunun gibi diğer eleştiri ve sorularınızı sizlere dizi başladığı tarihte  tek tek soru- cevap niteliğindeki  yazımda açıklamıştım.

Demek ki  istenince bir dizinin formatı;
1,5 saat yerine sadece 1 saat olabiliyormuş.Hem de teknolojinin üst düzey kullanımıyla, kimya,genetik,biraz bilimkurgu, aksiyon gibi içerik zenginliği ile.

İzlerken yoğun bakımda yatan felç hastasının senaryo bakımından hatasına rastlasam da,ben her zaman olumlu eleştiri yapmak istediğimden, dizinin tüm bölümlerini izleyip kısaca geçmeyi doğru buldum.  
Bir felç hastası yoğun bakımda beş sene hareketsiz yattığında birden kalkamaz; bırak 10 metre yürümeyi, bacaklar çekmez. Çok geçmeden baş da döner.  Hasta yığılıp kalır.  Tek hatalı sahne bu idi.  

46'nın konusunu bilmeyenler için kısaca anlatayım.
Murat Günay(Erdal Beşikçioğlu) babasının kurduğu bir vakıf üniversitesinde genetik profesörlüğü yapmaktadır. Kendi alanında Türkiye’nin en iyileri arasındadır. Ancak çift karakterlidir. 15 yıl önce babası onun ve kızkardeşi  Ezo'nun gözleri önünde öldürülür. Ezo bu olaydan çok kötü etkilenmekle kalmaz, üstelik sürekli depresyon ilaçları kullanır ve bir gün aşırı doz dolayısıyla felç geçirir. Murat kardeşi için tıbbın bütün imkanlarını kullanır, fakat kardeşine yardımcı olamaz. Bir gün artık kardeşi için tıbben hiçbir şey yapılamayacağı söylenir. Murat bunu kabullenemez, nihayetinde artık kendi başına kardeşini kurtarmaya karar verir. Evinin bodrum katında kurduğu laboratuarında deneyler yapar ancak deneği yoktur. Tek çare kendini denek olarak kullanmaktır.

Türkiye'miz değişime, yeniliğe hiç hazır bir toplum değil. Alışılmışın dışına çıkıldığında hemen itiraz edilir, tenkitler ise ardarda gelir. Bu dizi kendi dinamiklerini getirdi, kabul ettirdi, üstelik  yayıncı kuruluş buna sahip çıktı. ''Eski köye yeni adet getirme'' olgusunu yıktı. Alabilecekleri tüm eleştirilere hazır bir strateji ile başladılar ve bitirdiler.   
Bence dizi,ana karakter Murat Günay'ın bakış açısından incelediğimizde, kaldığı yerden yeni bir başlangıç yapabilecek nitelikte bir sonla bitirildi.  ''Ölmesi'' gereken yani artık dizinin devam etmesi halinde, konuya hizmet etmeyecek tüm karakterler öldüler. Bundan belki bir ila üç sene sonrasında yeniden böyle bir ya da benzeri konu işlenmesi planlanmaktaysa ''Yaşaması '' gereken karakterler hikayeye hizmet etmeleri için hayattalar.

 

 

 

10 Mayıs 2016 Salı

Sonsuzluk Teorisi-The Man Who Knew Infinity

 
 

''Her Şeyin Teorisi'' ile Stephen Hawking’in hayatını izlediğimiz dehaların biyografi filmlerine bir yenisi daha eklendi. ''The Man Who Knew Infinity'', tüm zamanların en büyük matematik dehalarından Hint'li Srinivasa Ramanujan’ın hayatını konu alıyor. Film ,1.Dünya Savaşı esnasında geçiyor. Ramanujan, kendisini ve teorilerini kanıtlamak için ırkçılık, ciddi hastalık ve red edilme gibi zorluklarla mücadele etmek zorunda kalan bir dahidir.  

 
 
Matt Brown’un yönettiği ve senaryosunu yazdığı filmin başrollerini Akademi ödüllü (Oscar)Jeremy Irons, Bafta ödüllü (İngiliz Sinema ve Televizyon Sanatları Akademisi) Dev Patel ;Toby Jones,  Stephen Fry ve Devika Bhise  paylaşıyorlar.
 
 
Ramanujan, Hindistan’ın Madras kentinde yoksulluk içinde Hint geleneklerine göre büyüyen saygılı, ahlaklı, asosyal, itaatkar, dünyası sırf sayılardan oluşan, evli bir genç adamdır.



Slumdog Millionaire filmi ile yıldızı parlayan Dev Patel’in canlandırdığı  Ramanujan, çözdüğü bazı formülleri İngiltere’ye Cambridge Üniversitesi'ne zamanın ünlü matematikçilerine gönderir.

 
 
Matematik profesörü Hardy(Jeremy Irons)ise  ateisttir.
 
 
Aslında tümüyle zıt iki karakterin tek ortak yanları  matematiktir. Matematik uğruna birbirlerini derin karşılıklı saygıyla, zorlarlar.



Matematik profesörü Hardy, Ramanujan’in gönderdiği bazı formüllerin ispatlanamayacak kadar zor olduklarını fark eder ve kendisini İngiltere’ye davet ederek Cambridge Üniversitesi’nde derslere girmesini ister. 
 


Birinci Dünya Savaşı sırasında  Profesör Hardy rehberliğinde, Iyengar matematiksel teorinin öncülerinden olmak için Ramanujan'ın çeşitli engelleri aşması gerekmektedir.


Profesör Hardy,Ramanujan’ın arkasında durmaktadır, ancak ondan tüm matematik denklemleri için ispat ister. 


Ramanujan, okulun tüm kurallarına itirazsız uyar. Onu zorlayan faktörler, bireysel olduğu kadar ,bulunduğu ortamın da zorluklarını içerir.



Ortamın zorlukları; ırkçılık,öğretmenleri tarafından hor görülmek ve kendi geleneklerine uygun olmayan yemeklerdir.
 
 
 
Bireysel zorlukları, eşine olan özlemi ve eşinin gurbette destek olması için ondan hasretle beklediği, ancak kendi annesinin kasıtlı olarak göndermediği mektuplardır. 
 


Cambridge Üniversitesi’nde öğretmenleri tarafından öncelikle Hint’li olmasından ötürü hor görülür,derse kaldırıldığında bildiklerini gösterip,takdir beklerken , öğretmeninin egosundan ötürü şov yapmakla suçlanır. Dehası ciddiye alınmaz.Zaten yalnız olduğu yabancı bir ülkenin üniversite kampüsünde iyice içine kapanır.  

 
 
 
Ramanujan'ı ayakta tutan kendi çalışmaları ve eşi Janaki’ye(Devika Bhise) güzel haberlerle Hindistan’a geri dönebilmektir.Eşinden de mektup alamayınca direnci düşer ve hastalanır. Hastalandığını ve hastalığının ölümcül olduğunu Hardy öğrenmemelidir. Sonuca ulaşmasına az kalmıştır. Bunu berbat etmek istemez.

 
 
 Hardy, Ramanujan’ı öğretmenliğe önerir. Bir Hint’linin öğretmenliği kabul edilmez. Ancak Hardy öğrencisinden o kadar emindirki; onu üst kurula bizzat götürüp tanıştırır. Ramanujan kendisinden istenen tüm denklemlere yanıtları derhal verir.
 
 
En son istenen denklem için bir miktar
vakti vardır, onu hasta yatağında ve odasında çalışarak çözer ve Hardy vasıtası ile kurula ulaştırır.
 
 
Hardy,kurula muhteşem bir konuşma yapar ve güzel haberlerle Ramanujan’ın yanına döner. Ramanujan artık Kraliyet Cemiyeti’nde öğretmendir.Vazifesini yerine getirmiş olarak onur ve gururla Hindistan’a eşine döner. Hardy ile bir yıl sonra görüşmek üzere vedalaşır. Ancak 1 yıl sonra Hindistan’dan sadece bir mektup gelir.            
 
 
Hardy,mektubu okuduktan sonra Kraliyet Cemiyeti'ne çok üzücü ,ama gururlu bir konuşma yapar. 
 
Mükemmel bir oyunculuk bekliyor sizleri. Dev Patel'i Jeremy Irons'tan daha çok beğendim. Taşlar yerine çok iyi oturmuş.  
 
 
Biyografi seviyorsanız kaçırmayın.   
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 




22 Nisan 2016 Cuma

SUÇLU-CRIMINAL

 



Suçlu adlı filme, fragmanı izledikten sonra gitmeye karar verdim.Bu filmi seyretmemi sağlayan aynı zamanda başrolde gördüğüm isimler oldu. Tommy Lee Jones ve Kevin Costner benim için Amerikan sinemasında önemli isimlerdir. Yönetmenliğini Ariel Vromen'in üstlendiği Suçlu’nun başrollerini Ryan Reynolds, Gary Oldman, Kevin Costner, Tommy Lee Jones, Gal Gadot paylaşıyorlar.

 

Film başladıktan bir müddet sonra senaryonun bilimsel yönünün olması beni konuya daha da yakınlaştırdı. Bilimkurgu, gerilim,şiddet ve aksiyon içeren iki saat geçireceksiniz. Araya mizah içeren sahneler de serpiştirilmiş.

Çok önemli bilgilere sahip bir CIA ajanı olan Bill Pope (Ryan Reynolds) görevini tamamlayamadan yakalanır ve ağır şiddete maruz kalır. Ölmek üzeredir. Acilen , onun hafızasındaki bilgiler bir başkasının beynine nakledilmek zorundadır.  CIA merkezine haber ulaştığında bitirilmesi gereken vazifeyi tamamlayacak ajan aranır ancak bu kişi Bill’in bilgilerine haiz olmalıdır. Çok kısa bir süre vardır. Bir bilim adamı olan Dr. Franks’e (Tommy Lee Jones) gidilir ,bu verileri aktarabileceğimiz tanıdığınız biri var mı diye sorulur. Tanıdığım hiç kimse bunu kabul etmez deyince, bu vazife için rast gele bir mahkum Jericho Stewart (Kevin Costner) seçilir. Jericho’nun empati duygusu sıfırdır. Fakat zihnine aktarılan Pope’un bilgi ve duyguları Jericho'nun fikirlerini değiştirmeye başlar.  

Jericho, beta beyin dalgasında yaşayan bir vahşi insandır.Hapis olduğu hücrede boynundan zincirle tavana bağlı tutulan vahşi bir mahkumdur. Onu hücreden çıkarırken bile uyuşturucu silahla vurarak ameliyat masasına götürürler.

Burada ölmek üzere olan ajan Bill Pope’un yerine vazifelendirilmesi için ajanın hafızasındaki bilgilerin Jerico’ya aktarılması gerekmektedir ki artık görevi Jericho tamamlasın. Bunun için de kısa zamanda acil bir beyin operasyonu ile Jericho yaşadığı beta beyin dalgasından alfa beyin dalgasına geçirilir.  

Dr. Franks ameliyat esnasında kendi ekibinin yardımıyla CIA’ye her aşamada bilgi vermektedir.  

Beta beyin dalgası; kişinin beynine tehlikede olduğu ve dolayısıyla öncelikli hedefinin kişinin hayatta kalması gerektiği mesajını verir. Bütün gücünü kişinin kaslarına ve beynine yollamak zorunda kalır. Beyindeki amaç, içinde bulunduğu tehlikeye karşı kişiyi hayatta tutmaktır.   

Alfa beyin dalgası; Keyfin ve mutluluğun olduğu beyin dalgasıdır. Kaliteli yaşamın başladığı noktadır. Düşünce gücünün ortaya çıktığı ve bedensel hislerin gölgelenip baskılanmadığı dalgadır.

Betada, yaşamda kalma korkusu varken, burada artık yaşamın kendisi vardır. Alfadayken, yaptığı herşeyin kişi için bir anlamı ve güzelliği vardır.

Beyin dalgalarının alfaya düşmesiyle birlikte uyarılan parasempatik sinir sistemi, serotonin, endorfin,dopamin,noradrenalin, oksitosin gibi 4 -5 majör mutluluk hormonunu tetikleyerek sükûnet, güven ve mutluluk hissi yükselir.

Jericho Stewart bundan sonra günlük yaşamında iletişime geçtiği insanlara birden içinde lütfen geçen cümleler kurmaya başlar, Pope’un evinin tüm şifrelerini ve herşeyin yerini hatırlar ; hatta bir yerde İspanyolca konuşmaya başlar, konuşurken insanlara sorar ben hangi lisanı konuşuyorum diye.Pope’un eşi Jill (Gal Gadot)başta Jericho’dan  korkar, ancak Jericho ona aslında Bill Pope olduğunu çeşitli örneklerle ispatlar. Bu da hiç umulmayan bir yakınlık oluşmasına sebep olur. Aslında beklenen belirli bir süre sonrasında hafıza kaybının gerçekleşmesidir ama böyle olmaz.     

Tehlikeli suçlu Jericho ‘’kötü kalpli’’ ama “iyi” duygularla yeniden tasarlanmış düşünceleri yüzünden sık sık ikilemde kalıyor. İster istemez seyircide sempati yaratıyor.Kevin Costner rolünü başarıyla canlandırmış. Beyazperdede ne yaparsa yapsın seyircinin kızamadığı bir suçlu yaratmak kolay iş değildir.

 


Filme damgasını vuran isimler Tommy Lee Jones ve Kevin Costner olmuş. Diğer isimler pek öne çıkamamışlar.

Aksiyon sahnelerinin çekimi çok güzel, Jericho- Pope hafıza alışverişi sahnelerinin flashback geçişleri ise pürüzsüz.

Şu cümleyi muhtemelen bilirsiniz.’’ Bir kelime kararını, bir duygu hayatını, bir insan seni değiştirebilir. Hayatı kendi kontrolü dışında tümüyle değişen bir adam söz konusu.

 

 


 

4 Nisan 2016 Pazartesi

46 YOK OLAN



Star TV'de yayınlanan 46 Yok Olan'ın

yapımcılığı Nunova Film'e , yönetmen koltuğu Serdar Akar'a ,senaryosu ise Ercan Mehmet Erdem'e ait.Başrollerini Erdal Beşikçioğlu,Yasemin Allen, Melis Birkan, Berkan Şal,Metin Belgin ve Saygın Soysal paylaşıyorlar.

Gelen çeşitli soruları tek tek yanıtlamayı istedim.
 

Adı Neden 46: İnsan DNA'sında bulunan 46 adet kromozomdan dolayı bu ad uygun görülmüş.


Konusu, Murat Günay babasının kurduğu bir vakıf üniversitesinde genetik profesörlüğü yapmaktadır. Kendi alanında Türkiye’nin en iyileri arasındadır. Ancak çift karakterlidir. 15 yıl önce babası onun ve kızkardeşi  Ezo'nun gözleri önünde öldürülür. Ezo bu olaydan çok kötü etkilenmekle kalmaz, üstelik sürekli depresyon ilaçları kullanır ve bir gün aşırı doz dolayısıyla felç geçirir. Murat kardeşi için tıbbın bütün imkanlarını kullanır, fakat kardeşine yardımcı olamaz. Bir gün artık kardeşi için tıbben hiçbir şey yapılamayacağı söylenir. Murat bunu kabullenemez, nihayetinde artık kendi başına kardeşini kurtarmaya karar verir. Evinin bodrum katında kurduğu laboratuarında deneyler yapar ancak deneği yoktur. Tek çare kendini denek olarak kullanmaktır. Dizide geçmiş ile günümüz arasında sürekli doğal flashbackler bulunuyor.



Şamanizm nedir: İlkel kavimlerde görülen, ruhlarla insanlar arasında aracılık yaptığı ve hastaları iyileştirme gücüne sahip olduğu kabul edilen Şamanlar çevresinde yoğunlaşan inanç sistemidir.

Şimdi Murat'ın kardeşi Ezo'yu iyileştirmek için ihtiyaç duyduğu Şaman içeceğinin içeriğindeki DMT-Dimetiltriptamin'in ne olduğuna bakalım.


DMT, beyin dolaylarındaki pineal bez tarafından uyku sırasında salgılanan bir çeşit halüsinojendir. Salgılanması rüyaların görüldüğü evreye denk gelir ve etkilerinin arasında zaman algısında değişim bulunur. Beyin uyku dışında sadece ölüm ve doğum sırasında DMT salgılar.


Sadece bir saat içinde bol miktarda kimya,genetik,aksiyon ve heyecanla dolup taşıyorsunuz.


Erdal Beşikçioğlu'nun cool,kendinden emin ve rahat oyunculuğu diziyi renklendirmiş.Bu sıfatları Yasemin Allen için de vurgulamalıyım.

Yönetmen Serdar Akar da konuyu işleyiş tarzı ile ön plana çıkıyor.

 

Bu dizinin sorularınız haricinde neden bu kadar üzerinde durduğuma gelecek olursak; bilimsel bir senaryo ile dalında tek olmak suretiyle fark yaratması ,dolayısıyla rakipsiz olması, görsel zenginlik içermesi,sanki bir Amerikan dizisinin telif hakkı satın alınıp Türkçe dublaj yapılmış, teknolojinin fevkalade kullanılımı yüzünden.

Yayın saati diğer alışılmış dizilerden geç(bence ''benim reyting kaygım yok -kendime güveniyorum diyen''bir dizi.)Bu fikrimi destekleyen bir Erdal Beşikçioğlu röportajı okudum.


''Kendilerini kapatmış, yardıma muhtaç, bitkisel hayattaki insanlara ulaşmak zor olmayabilir'' diye bir cümlesi var Murat karakterinin.


 
Komadaki hasta duymaz tezine cevaben geçmişte yoğun bakımda yatmış ve emboli dolayısı ile felç geçirmiş bir kişi olarak kendi tecrübemden yola çıkarak bilgi veriyorum. Ben yoğun bakımda yattığım süreçte etrafımda hastabakıcıların konuşmalarını duydum. Gözümü açamıyor,konuşamıyor, sol kol ve sol bacağımı hareket ettiremiyordum. İçimden ''sizi duyuyorum, sizi anlıyorum diyor, ancak tepkimi dile getiremiyordum. Dinleyin beni diyemiyordum tabii. Bu öyle bir sessiz çığlık ki kendini ifade etmenin 1000 türlü yolunu arıyorsun. 


Sosyal medyada okuduğum antitez fikirler: Bu saatte dizi mi başlar?,Pazartesi sendromu ne olacak?,Komadaki insan duymazki!Şamanlardan bize ne? (Budizm gibi herhangi bir inanç da  işlenebilirdi.)

Dilerdimki , yaratılan fark çoğunluk tarafından görülsün,alışılmışın dışına çıkıldığında yeniliğe ve değişime direnilmesin.


Fenomen olacağı yönündeki tezleri de memnuniyetle okudum. Kaçırmadığıma sevindim diyenleri de .   


Dizinin ilk iki bölümüne istinaden  yorumlarım bu yönde. 46 Yok olan'ın yolu açık olsun. Dilerim uzun soluklu olur.


Diziyi izleyip izlemeyeceğinize elbette özgür iradenizle karar vereceksiniz.    


9 Mart 2016 Çarşamba

Kod adı: Londra




Kod Adı: Londra; Amerikan ,İngiliz ve Bulgar ortak yapımı aksiyon/ gerilim türünde bir film. Babak Najafi'nin yönettiği filmin başrollerinde Gerard Butler, Aaron Eckhardt, Morgan Freeman ve Alon Moni Aboutboul bulunuyor. Senaryo Katrin Benedikt, Creighton Rothenberger’e ait. Yapımcılar ise Gerard Butler ve Boaz Davidson.

Gerard Butler( Mike Banning)  ABD Başkanı (Benjamin Asher'ı) Aaron Eckhart korumakla görevli olan gizli serviste çalışmaktadır.

Mike, başkanın haberi olmadan, gizli servisten emekli olmayı ve kendine başka bir kariyer planı çizmeyi düşünmektedir. Ayrıca, karısı Leah (Radha Mitchell) ile çocuk sahibi olmak üzeredir. İngiltere Başbakanı'nın ani ölümü üzerine dünya liderleri cenaze törenine katılmak için Londra'ya giderler ve Mike planını bir süreliğine askıya almak zorunda kalır.

Törene katılan liderleri korumak için üst düzey güvenlik önlemleri alınırken; Başbakan'ın ölümünün, FBI'nın en çok arananlar listesindeki silah kaçakçısı ve terörist  Aarmir Barkawi (Alon Moni Aboutboul) tarafından tasarlandığı  ve niyetinin  ABD Başkanı Benjamin Asher'ı (Aaron Eckhart) öldürmek olduğu ortaya çıkar. Teröristler saldırılar düzenleyerek birçok vatandaşla birlikte beş lideri öldürmeyi başarırlar. Mike Banning ne pahasına olursa olsun başkanın teröristlerin eline geçmesini engellemek ve güvenli bir şekilde şehirden çıkarıp kurtarmak zorundadır.

Sizleri muazzam bir görsel eşliğinde keyifli bir aksiyon filmi bekliyor. 

Film bir OHAL 'de  Amerikan Başkanı nasıl'' korunur ve kurtarılır'' hususunu  hiyerarşi, eğitim ve disiplin  ekseninde incelemiş. Sporun önemi de vurgulanmış. 

Havada ve karada olmak üzere eksiksiz ve aksamadan işleyen emir komuta zincirleri(farklı birimler dolayısıyla farklı görev alanları),kollektivite ,alınan eğitimlerin yerinde ve gerçekçi uygulamaları, disiplin ki zaten bunların tümünün alt yapısındaki temel kural, dayanıklılık, karşındakinin dost mu düşman mı olduğunu 1,2 saniye içinde elindeki ekipmanları kullanmak suretiyle tespit etme. Filmde herşey milimetrik hesaplanmış. Gözümü ayırmadan büyük heyecanla izledim.    
 
Disiplini,stratejiyi, eğitimi, aksiyonu seviyorsanız ve görev adamı iseniz film size büyük ölçüde hitap edecektir.

 
 
 

 

 

9 Şubat 2016 Salı

Danish Girl-Danimarka'lı Kız




 
Danish Girl/Danimarka'lı Kız

Tom Hooper’in yönettiği David Ebershoff’un aynı isimli kitabından uyarlanan Danimarka'lı Kız’ın senaryosunda Lucinda Coxon’un imzası bulunuyor.Tarihin ilk cinsiyet değiştirme ameliyatlarından birini 1931’de olan Danimarka'lı manzara ressamı  Einar Wegener’in gerçek hikayesi anlatılıyor.Başrolleri (Oscar ödüllü Eddie Redmayne) Einar Wegener/Lili Elbe ve (Alicia Vikander)Gerda Wegener’in insan resimleri yapan bir ressam paylaştıkları film bu çiftin yaşamlarından esinlenen bir biografik dram. Lili’nin bir transgender (transseksüel) olarak çığır açan yolculuğunu ve Gerda ile olan sıradışı evliliklerini konu alan filmin diğer oyuncuları arasında Ben Whishaw, Sebastian Koch, Hans Axgil,Amber Heard ve Matthias Schoenaerts bulunuyor.
 
Einar’ın erkek cinsiyetinde olup engellenemeyen feminin hislerinin onu kadınlığa yönlendirmesiyle ve huzuru kadın gibi hareket ettiğinde üstelik kadın kıyafetleri giydiğinde bulması ve cinsiyetini değiştirmeye
karar  vermesi dolayısıyla eşiyle birlikte yaşadıkları süreç mükemmel bir işleyişle anlatılmış. Aralarında aşk olan ikilinin, hayatları geri dönülmez bir biçimde değişmesi kaçınılmaz oluyor.

Einar(Eddie Redmayne)incitmemeye çalıştığı Gerda'yı elinde olmadan engelleyemediği kadınsı hallerini beden diliyle,jest ve bakışlarıyla muhteşem canlandırmış.
 
Gerda da Einar’a  yeni kişiliğinin oluşmasında yardım etme çabasını ancak elbette  vazgeçmesi umudunu korumuş,eşine koşulsuz bağlılığı ile tüm üzüntüsünü içine gömmüş ve kocasını yargılamadan hayatını devam ettirmeye karar vermiş.
Film, aynı zamanda insanların konuya takılmadan ne kadar zor olsa da evlilikte bakış açılarını  değiştirme konusunda ilginç bir yapım olmuş.Erkek olarak evlenmişsin,ama hislerin kadınsı ve iki taraf da durumu olduğu gibi kabul etmek zorunda .
 
Eddie Redmayne öyle yetenekli bir oyuncu ki kendisine rolü teslim edildiğinde izleyicisine fevkalade bir performans sunuyor. Onu daha önce ''Herşeyin Teorisi'' adlı filmde  İngiliz fizikçi -teorisyen Stephen Hawking’i canlandırırken izlemiştim.  Bu performansı ona  en iyi erkek oyuncu dalında  Oscar ödülünü kazandırmıştı. Danimarka’lı Kız' da bir kez daha hayran kaldım. Keza bu rol öyle hassaski her oyuncu üstesinden Redmayne kadar muhteşem gelemeyebilir.
 
Redmayne; bir paratoner nasıl şimşek çekerse paratoner misali harika ve zor roller çekiyor ve fevkalade üstesinden geliyor. Bundan böyle hangi filmde seyredecek olursam yeni bir enfes performans izleyeceğimi biliyorum.

Cast yapılırken bu zor role eş  olarak öyle kuvvetli bir oyuncu bulunmalıydıki, en az Redmayne kadar kaliteli ve çok iyi oyun veren başka bir deyişle çok iyi  asist yapan biri olmalıydı.

Bana göre ikisi de büyüleyici.Belliki rollerine çok özenle seçilmişler.

 Gerda Wegener (Alicia Vikander) bir kadının kocasından normal beklentilerine cevap alamamasını,  sıkıntısını içine gömmesini, normal bir evlilik yürütüyormuşçasına kendisini etrafındaki diğer erkeklere ihtiyacı bulunmasına rağmen ’’ahlaken’’ kapatmasını çok iyi yansıtmış.
Kocasına duyduğu sonsuz aşkıyla muazzam bir anlayış gösteriyor ve destek oluyor. Aynı zamanda resimlerini yaparken baktığı kişilerde sanki gözünde detay kaçırmayan bir deklanşör var.


Alicia Vikander bu rolüyle
SAG (Screen Actors Guild-Sinema Oyuncuları
Derneği) ödülüne layık görüldü. 


Replikler,kostümler ,herşey mükemmel ve dengede.   
 
 
Yönetmen Tom Hooper ise;bir yemeği yaparken yağını,soğanını , tuzunu,salçasını nasıl doğru ölçekte koymalıysak ki, yemek kıvamında olsun. Bu filmde de konunun hassasiyeti gözeterek bu dozaja dikkat etmiş.Tam nokta atış (az,net ve anlaşılır)çekmiş.
 
Genç oyunculara bu filmi mutlaka izlemelerini öneririm.